Avustralya, 7 Ekim 1941 tarihinde en karanlık günlerini yaşarken, ülkeyi yönetmek üzere beklenmedik bir isim olan John Curtin’i başbakan olarak atadı.
Eski bir sol görüşlü aktivist olan Curtin, savaş konusunda deneyimsizdi ve sık sık sağlık sorunlarıyla uğraşıyordu. İkinci Dünya Savaşı’nın en zor döneminde, Avustralya’nın 14. başbakanı olarak göreve başladı.
Labor Partisi’nden milletvekili olan Curtin, göreve başlamasının ardından birkaç ay içinde, Japonya’nın Hawaii’deki Pearl Harbor’a gerçekleştirdiği yıkıcı saldırıya tanık oldu.
Bu sırada, Japon ordusu Güneydoğu Asya’ya hızlı bir saldırı gerçekleştirerek, “geçilemez” olarak nitelendirilen Singapur’daki Britanya deniz üssünü ele geçirdi.
Avustralyalı askerler cesurca savaşıyor olsa da, Japonya’nın ilerleyişi durdurulamaz görünüyordu ve her gün işgal tehdidi daha da büyüyordu.
Curtin, azınlık hükümetine liderlik etmesine rağmen, pek çok kişi tarafından bu zorlu görevde yetersiz görüldü. Ancak, başbakanlık süresince sergilediği azimle herkesi şaşırttı.
Belki de en büyük başarısı, Japonya’ya karşı karşı konulmaz bir güç olarak görülen ABD ile etkili bir askeri ittifak kurmasıydı.
Curtin, ünlü bir radyo yayınında, Avustralya’nın askeri destek için Amerika Birleşik Devletleri’ne yöneleceğini duyurdu. Bu durum, birçok Avustralyalı için bir dönüm noktasıydı.
Ayrıca, flamboyant ve muhafazakâr ABD Generali Douglas MacArthur ile güçlü bir dostluk ve kritik bir ittifak kurmayı başardı.
Curtin, savaş liderliği sırasında Avustralya’nın çıkarlarını her zaman öncelikli kılmayı hedefledi ve Londra ile Washington’un isteklerine boyun eğmedi.
Özellikle, Britanya Başbakanı Winston Churchill’in isteğine karşı çıkarak, Avustralya askerlerini Burma’ya göndermeyi reddetti ve onları ülkeyi savunmak için geri çağırdı.
Curtin’in en yüksek noktası, 1943 Ağustos’unda Labor Partisi’ni zaferle yönettiği dönemdi. Ancak, savaş liderliği ve yurtdışındaki zorlayıcı ziyaretler, başbakanın sağlığını olumsuz etkiledi.
Uzun bir hastalık döneminin ardından, Curtin 5 Temmuz 1945’te hayatını kaybetti. Bu, Pasifik’teki İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesine yalnızca altı hafta kala gerçekleşti.