Bu hikaye, yasak meyve ile başlıyor.
1970’lerde, Batı İrlanda’daki küçük bir kasabada, bir meyve bahçesi sahibi, elmalarını çalan iki çocuğu kovaladı.
Gençler, yakalanmamak için terkedilmiş Bon Secours Anne ve Bebek Yurdu’nun taş duvarını aşarak kaçtılar.
Boys, Franny Hopkins, ayaklarının yere vurduğu o boş sesi hatırlıyor. O ve Barry Sweeney, bazı çalıları iterek açtıkları bir beton levha buldular.
Hopkins, “Sadece bir kemik yığını vardı,” dedi. “Bir hazine mi yoksa bir kabus mu bulduğumuzu bilmiyorduk.”
Hopkins, kasabanın isminin “gömülme yeri” anlamına geldiğini bilmeden, bir kütük tankında kaydedilmemiş bir bebek mezarı bulduklarını fark etmedi. Dört on yıl süren bir araştırmayla, bu ay başlayan kazı, neredeyse 800 bebeğin ve küçük çocuğun kalıntılarını açığa çıkarma sürecini başlattı.
Tuam mezarı, Dublin’deki hükümetin ve Vatikan’ın en üst düzeylerine kadar uzanan daha geniş bir hesaplaşmayı tetikledi.
İrlanda ve Katolik Kilisesi, bir zamanlar kimliklerinin merkezinde yer alan, evlilik dışı kadınları dışlayan geçmişleriyle yüzleşiyor.
Hopkins’in keşfi, tarih meraklısı Catherine Corless’in çabaları sayesinde daha geniş bir kitleye ulaştı. Corless, yerel tarih derneği için bir makale yazmaya çalışırken kaybolmuş çocukların izini sürmeye başladı.
Corless, “Güzel bir hikaye yazacağımı düşündüm ama kazdıkça durum kötüleşti,” diyor.
Anne ve bebek yurtları, yalnızca İrlanda’ya özgü değildi; ancak kilisenin sosyal değerler üzerindeki etkisi, evlilik dışı hamile kalan kadınlara yönelik damgayı daha da güçlendirdi.
Tuam’daki yurt, 1920’lerde İrlanda’nın bağımsızlığını kazanmasının ardından açıldı. Çoğu Katolik rahibeler tarafından yönetiliyordu.
Corless, yerel kütüphanede sınırlı bilgi buldu ama orada kapana kısılmış kadınların kötü muamele gördüğünü öğrenince şok oldu.
İnsanlar, bu acımasız sistemin kurbanı olan anneler ve çocuklar için adalet arayışına girdi. Kazı süreci, geçmişin karanlık dehlizlerini gün yüzüne çıkarma umutlarını yeşertti.